SOSYAL FOBİYİ YAŞAYAN BİRİNİN " SOSYAL FOBİ " YAZISI

 Bloğuma Münchausen Sendromu hastalığı hakkında bir yazı yazmıştım ve bu seriyi devam ettirme kararı aldım. Psikolojik hastalıklar serime kendimde yaşamış olduğum sosyal fobi hastalığı ile devam edeceğim. Bu yazı bilimsellikten uzak,  hastalığı yaşayan ve yaşamakta olan birinin ağzından sosyal fobi hakkında bir yazı niteliğinde olacaktır. Elbette kendi yaşadıklarımdan ziyade kendi araştırmalarıma da yer vereceğim. Bu blogta kendi hikayemi anlatıyorsam, sosyal fobi hakkında bir yazı bulundurmam şarttı. 

Isaac Marks, ilk kez 1996 yılında sosyal fobiyi psikiyatrik bozukluk olarak tanımlamış ve literatüre geçmesini sağlamıştır. İnsanın doğası gereği sosyal bir varlık olduğu için sosyal fobide yabana atılabilecek bir rahatsızlık değildir. Temelde, başka insanların bulunduğu ortamlarda hata yapma, diğer kişiler karşısında küçük düşme korkusu olarak tanımlanabilir olsa da bunu anlayabilmek için biraz daha derinlere inmek gerektiği düşüncesindeyim. Öncelikle her insanın her yaşta hayattan ve kendinden beklentileri vardır ve bu beklentileri gerçekleştirmek ya da beklentilerine karar vermekle kendini şekillendirir. Bu şekil alma sürecinde yaşadığı duygu durumlarını göstermek ya da düşünceleriyle başa çıkmak durumundadır. İnsanın yaş evreleri temelde; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık olarak kategorize edilebilir. Ben ise bu yazımda çocukluk ve ergenlik döneminin sosyal fobisinden bahsedeceğim. Eğer olurda ömrüm yeterse yetişkinlik ve yaşlılık dönemime de ilerleyen yıllarımda değinmeyi düşünüyorum. 

Çocukluk dönemi insanın en temel öğrenme dönemidir. Bu dönemde öğrenilmiş çaresizliğe kapılmanın gerçek anlamda sosyal fobinin ortaya çıkışını körüklediği düşüncesindeyim. Kendi hayatımdan buna bir örnek getirmek isterim. Yaklaşık 11 yaşıma kadar ailenin tek çocuğu olarak büyüdüm. Bana verilmesi gereken anne-baba ilgisi, sevgisi ve korumasının fazlasını aldığımı söyleyebilirim. Kesinlikle anne ve babamı eleştirmek niyetinde değilim. Beni sevdikleri ve korudukları için minnettarım. Fakat büyüdükçe ve uzmanlarla konuştukça fazla ilgi ve korumanın beni olumsuz yönde etkilediğini de söyleyebilirim. Kendi başıma bir şeyler başarmak için cesaret toplamakta pek de başarılı bir çocuk olmamamla beraber onlara bağlı olduğum için mutlu ebeveynlerle büyüdüm. Aile içinde sürekli baş karakter ben olduğum için de aynı ilgiyi okula başladığımda sosyal çevreden göreceğime inanmıştım. Çocuk aklımla aile içindeki ilgiyi ve sevgiyi sosyal çevremde göremeyince ilköğretimimin yaklaşık iki ya da üç yıl bunun için çabaladım. O zamanlar çabalarımın aşırı göze batan davranışlar olduğunun tabi ki bilincinde değildim. Buna devam ettikçe daha da uyum sağlayamaz oldum ve bu çabalarımın ardından başarısız olduğumu düşünüp içime kapandığımı söyleyebilirim. Aslında bazı şeyler bebeklikten belliymiş benim için, henüz bebekken misafirliğe gittiğimizde ya da biri bize geldiğinde annemin dizinin hizasına çöker öylece otururmuşum. Uzman birisi sayesinde hayatımın ilk evrelerinde sosyal fobiye dair bir şeyler olduğunu anlamıştım. Uyum sağlayamama ve sosyal ortamlara ayak uyduramama yüzünden o dönemlerden kimseyle görüşmüyorum. Beni o zamanlardan tanıyan kimse ile arkadaşlık bağı kuramadığımdan olsa gerek. Bu öğrenilmiş çaresizliğin içinde kendime kaçış yolu olarak yemek yemeyi seçtiğimi söyleyebilirim. Duygularımdan, utançlarımdan ve hayal kırıklıklarından yemek yiyerek kurtulduğumu zannederken aslında kendimi daha da dibe çekiyordum. 

Çocukluk yıllarımın son seneleri içe kapanıklıklarımla geçse de bu yılların sessizliğinin öfkesi son derece güçlü bir şekilde ergenlikte ortaya çıktı diyebilirim. İşte sosyal fobinin fizyonomik etkilerini o zaman göremeye başlamıştım. Huzursuzluk sonucu yaşanan kalp çarpıntıları, vücut ısısının düşüp titremeye başlanması, baş dönmesi ve mide bulantısı; fakat bu mide bulantısı öyle bir bulantıydı ki daha çok yemek yemek istememle sonuçlanırdı.

Ergenlik insan hayatının bir geçiş dönemi ve bana kalırsa en zor dönemidir; keza benim içinde en zor dönem oldu diyebilirim. Bu dönemde umudunu kaybetmek çok ciddi sonuçlara yol açabiliyor, önüne geçilmediği taktirde. Yaşıtlarıma uyum sağlayamamak bu dönemde beni iyice üzmüştü, çocuklar ve ergenler cidden insan halinin en saf ve acımasız hali. Kesinlikle o dönemlerde karşılaştığım insanları suçlamıyorum onlar da çocuktu. Sadece ben hassas ve zayıf olduğum için onların saf ve acımasız dünyasında gördükleri kurbandım, Bu zayıflığım sebebi de içimde yaşadığım sosyal fobiydi. Belli bir yaşa gelene kadar sosyal fobiye bağlı depresif dönemler yaşarken savaşa yenile birtakım şeyler öğrendim. İşleri yoluna koymam gerektiğinin her zaman farkındaydım nasıl harekete geçebilirdim bilmiyordum, bir şekilde hayat bana bunu öğretti. Öncelikle beni sosyalleşmemde en çok etkileyen sorunumdan yani kilo sorunlarımdan bir bir kurtulmak için çabaladım. Sahiden kilo vermeden önce hayatta hiç bir şey başaramayacağıma inanıyordum. Kendimi kendime kanıtlamalı ve hayata yeniden tutunmalıydım ve kısmen başardım. Kilo verdikten sonra hayat benim için daha kolay oldu. Kilo verme sürecimde kendi içimde bir çok kez kendimi sorguladım hatta bazen ara ara yaşadığım depresyon süreçlerinden geçtim ama ayakta kalmayı başardım. Sosyal fobi ve depresyon benim bir parçam ve bununla yaşamayı öğreniyorum. Yazıma sosyal fobiyi en ağır yaşadığım zamanlarda çok hoşuma giden bir anıyla son vermek istiyorum. 

O dönemler yeni yeni kilo veriyordum, üniversitedeydim ve bizim bir grup ödevimiz vardı. Bir film çekmiştik ve o bir etkinlikte gösterilecekti. O zamanlarda tanıştığıma memnun olduğum bir grup arkadaşım filmin sahibi olarak benim ismimi yazdırdı ve etkinlikte film gösterilmeden önce ben sahneye çıkıp soruları cevaplayıp film hakkında konuşacaktım. Belki de o arkadaşım filmden utandığı için filan böyle bir şey yaptı ama o zamanlar onun iyi niyetine inandığım için böyle düşünmek istemiyorum. O gün korkudan ve heyecandan tir tir titredim, başım ağrıdı ve midem bulandı ama herkes sahneden indikten sonra güzel konuştuğumu söyledi. Beni rahatlatmak için de böyle söylemiş olabilirler. Sonuca odaklanmam gerekirse benim sahneye çıkmama vesile olan arkadaşıma minnettarım. Çünkü o gün benim için bir milattı. Kahramanın sonsuz yolculuğu basamaklarındaki ilk eşiğin aşılması kısmında gibi hissetmiştim. Şu ana bakacak olursak gayet iyi ilerliyorum ve kendimle gurur duyuyorum. Ben ve sosyal fobim bir uyum yakalamaya başladık. Hayatta beni daha neler bekliyor merak ediyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYASET VE POLİTİKA KAVRAMLARININ FARKI

FARKINDALIK

WERTHER İLE BULUŞMA