GÜLÜŞÜ KADAR PARLAK BİR KADIN MARİLYN MONROE
Bugün
bahsedeceğim isim dünyaca ünlü Marilyn Monroe. İlk olarak 15 yaşında
şahsından haberim olmuştu. O dönemleri biliriz hepimiz kendimize bir ikon arama
peşindeyizdir. Sevil Atasoy’un Labirent isimli kitabını okuyunca ölümü çok
ilgimi çekmiş ve hakkında araştırma yapmıştım. Araştırmalarım beni çok
etkilemişti ve ertesi günü bir poster alıp odama asmıştım. Bir tek beni değil
bir çok insanı etkilemiş olan büyüleyici Marilyn Monroe’yu ilk baştan yani
doğumundan başlayarak anlatmak isterim.
1
Haziran 1926 yılında Norma Jeane Baker adıyla Los Angeles’da
dünyaya geldi. Gladys Pearl Baker’ın
evlilik dışı çocuğuydu ve babası onu ve annesini hiçbir zaman hayatına dahil
etmedi. Annesi de psikolojik bunalımlarla baş eden genç bir kadın olduğu için
doğumundan birkaç hafta sonra onu koruyucu bir aileye verdi. Çocukluğunda zaman
zaman annesiyle görüşse de bir süre sonra onu göremedi çünkü küçük Norma 7
yaşındayken annesi şizofren tanısıyla bir akıl hastanesine yatırıldı. Babası
tarafından kabul edilmeme travmasının üstüne bir de annesinin bu durumu; onu
çocukluktan yetişkinliğe kadar onu takip edecek olan bir korkuya sebep oldu.
Akıl hastası olmak korkusu. Çocukluk hayatı boyunca bir çok aile ve yetimhane
değiştirdi. Bir çocuğun hiçbir yere ait olamama duygu durumu da yetişkinlik
hayatındaki değersizlik duygusuna sebebiyet verdi. 18 yaşına geldiğinde 2 kere
intihar etmeye kalkmış ayrıca başından kötü bir evlilik geçmiş arayışta olan
güzel bir genç kadındı. 1945 yılında tesadüf eseri bir fotoğrafçıya poz verdi
ve oldukça dikkat çekti. Modellik kariyerine başladı. Modellik kariyeri bir
süre sonra onun beyaz perdede oyunculuk yapmasını sağladı. Sinema kariyerine
başlamadan hemen önce saçlarını platin
sarısına boyadı ve geçmişini unutmak için ismini değiştirdi; Marilyn Monroe.
Güzelliği ile oldukça
dikkat çeken Marilyn, şöhret adımlarını yavaş yavaş çıkarak bulunduğu sektörde
cinsellik unsuru olarak görülmeye başladı. Ünü arttıkça zihinsel sorunları
yeniden baş göstermeye başladı. Bu zihinsel sorunlar iş hayatında da ona
problem yaratıyordu. Setleri geciktirir, kamera önüne çıkmadan önce defalarca
makyaj yapıp siler ve aynı sahneyi defalarca çektirirdi. Kariyerinin
başlarındaki o öz güvenli hali yerine kaprisli ve mükemmeliyetçi bir aktris
haline gelmişti. Bunlar aslında onu hayatı boyunca takip edecek olan depresyon
belirtileriydi. O zamanlar sevgilisi olan John Hyde adındaki iş adamı sayesinde
ününe ün katmış ama zihinsel sağlığı bir o kadar kötüye gitmişti. Bir de
bunların üstüne John Hyde ani bir şekilde ölünce Marilyn 26 yaşına geldiğinde
depresyon onun tüm bedenini ele geçirmişti ve 3. Kez intihara kalkıştı. Neyse
ki müdahale zamanında yapıldı ve kurtarıldı. Bu ruhsal çöküntüleri yaşarken
hayat ona yeniden gülmüştü ve oynadığı Gentlemen Prefer Blondes filmi iyi gişe yaptı. O
dönemlerde ikinci eşi olacak olan Joe Dimaggio ile tanıştı. Bu ilişki ilk
zamanlar Marilyn’i çok mutlu etse de sonraları kötüye gitti ve onu dördüncü kez
intihara sürükledi. Tüm bunları yaşadıktan sonra geçmişine bir çizgi çekmek
isteyen Marilyn Hollywood’dan New York’a taşındı. Orada ünlü bir oyuncu koçuyla
çalışmaya başladı. O dönem insanları bu olay çok şaşırtmıştı çünkü zaten iyi
bir oyuncuydu fakat Marilyn hiçbir zaman kendini yeterli görmüyordu. Bu eğitim
sırasında psikolojik sıkıntılar yaşayan biri olduğu için eğitimde kullanılan
teknikler, Marilyn’i tekrar bunalıma soktu çünkü teknikler genelde geçmiş
duyguları ortaya çıkararak duygu vermek üzerineydi, Marilyn’in de geçmişiyle
arası hiç iyi değildi. Zaten kullandığı ilaç ve alkol derecesi fazlayken bu
durum kullanım derecesini bağımlı noktasına getirdi. Bu sorunlar baş gösterince
New York’da bir doktordan terapi ve ilaçlar ile tedavi almaya başladı. Yıllar
sonra psikiatristler bu tedavi yöntemini onun kötüleşmesinin sebebi olarak
konuşacaktı. Bu tedavi yöntemi de geçmiş odaklıydı ve Marilyn geçmişiyle hiçbir
zaman barışık olamadı. Bütün bunlar olduktan sonra dördüncü kez intihardan söz
etmeye başladı. Bunun üzerine doktoru onu akıl hastanesine yatırma teklifini
sundu. Marilyn’de ona iyi gelir düşüncesiyle kabul etti fakat düşünülen gibi
olmadı. Annesi gibi olma korkusu yüzünden hastane onda travmatik bir etki
yarattı. Hastanede zorlu geçen bir sürecin ardından Hollywood’a geri döndü.
Döner dönmez Bus Stop filmini çekti ve o filmdeki performansı herkesten tam not
aldı. İş hayatı iyiye giderken üçüncü eşiyle tanıştı. Arthur Miller, bir oyun
yazarıydı ve Hollywood’da hatırı sayılır bir çevresi vardı. Bu evlilikte psikolojisine
pek iyi gelmedi ve ölümünden kısa bir süre sonra ikili ayrıldılar. Ölümünden
kısa bir süre önce bir filme de başlamıştı fakat sette çıkan sorunlar yüzünden
işten kovuldu. Kovulma sebebi sette olması gereken saatte Kennedy’lerin doğum
günü partisinde olmasıydı. Hollywood’da geri döndüğünden beri de duygusal
olarak da bir bağları olan Doktor Greenson ile görüşüyordu. Onunla sık sık ev
ortamında terapiler yaparlardı. Marilyn onun tavsiyelerine uyar, doktor
Greenson’da onun isteklerini yerine getirirdi. Onun tavsiyesiyle kendine bir
yardımcı bile tutmuştu. Cinayetinde ismini duyacağımız Bayan Murray onun evinde
ve özel hayatında ona yardımcı olan çalışanıydı.
Polis karakoluna sabah
saatlerinde bir arama geldi. Gelen arama ünlü Marilyn Monroe’nun evinde ölü
bulunduğunu söylüyordu. Dava ile görevlendirilmiş Memur Clemmons olay yerine
gittiğinde oldukça düzenli ve çamaşır suyu kokan bir odada üstü çarşafla
kapatılmış Marilyn Monroe’nun cesedini gördü. Yardımcısı Bayan Murray ise şu
şekilde konuştu “ Gece yarısına doğru kapısına gittim ve alttan sızan ışığı
gördüm. Bir şey olmadığını düşünüp evden ayrıldım.” Fakat evin her yeri tüylü
bir kumaşla döşemeliydi ancak bahçeden bakarsanız ışığın açık olup olmadığını
görebilirdiniz. Bayan Murray de bahçeye çıktığına dair bir şey söylememişti.
Sözlerine şöyle devam etti “ Sabah geldiğimde yine ışık açıktı, kapıyı açmak
istedim fakat kilitliydi bende endişelenip Dr. Greenson’u aradım.” Evin hiçbir
odasının kapısında da kilit olmadığı detayı ifadeyi daha ilginç hale
getiriyordu. Daha ilginç olanı ise “Neden biz geldiğimizde çamaşır
yıkıyordunuz?” diye sorulduğunda mantıklı bir cevap veremedi. Ayrıca olay
yerindeki diğer iki kişi olan; Doktor Greenson ve Doktor Engleberg ile de
konuşuldu. Doktor Greenson’un ifadesi şu şekildeydi “Haberi alır almaz eve
geldim. Odanın kapısı kilitliydi, bahçeye çıktım. Hareketsiz yatmakta olan
Marilyn’i gördüm. Camı kırarak içeri girdim. İlaçları alıp intihar etmiş
olmalı.” Dedi. Ceseti bulduktan 4 saat sonra polisi aramışlardı bunun nedeni
sorulduğunda ise bağlı olduğu film stüdyosundan izin aldığını söyledi. 4 saat boyunca başka da bir şey yapmadıklarını söylediler.
Olay yeri incelendiğinde
ilaç şişeleri özenle koyulmuş gibi düzenliydi, çarşaf ve oda çamaşır suyu
kokuyordu. Cesede bakıldığında hazır olda asker gibi yüzüstü ve çıplak bir
şekilde yattığını not etmişti Memur Clemmons. Zehirlenerek ölen birisinin ağız
bölgesinde kusmuk ya da köpük olurdu ve Marilyn’ın ağzı tertemizdi. Ölüm saati
de tartışmalı bir konu. Memur notlarına 3.50 suları yazmış fakat otopsi
raporunda 21.30-23.30 yazmışlardı. Otopsiyi yapan doktor Marilyn’in midesinde
ilaçlara az derecede rastlamış fakat toksikoloji raporunda bünyesinde öldürücü
düzeyde ilaç olduğu yazıyordu. Bu da ilacın şırınga ile vücuda enjekte edilme
ihtimalini ortaya çıkardı fakat vücutta bir iğne izine rastlanılamadı.
Vücudunun bacak bölgesinde ölüm morluklarından farklı birkaç morluk izine de
rastlandı fakat sebebi çözülemedi. Bu ölüm kayıtlara “muhtemelen intihar”
şeklinde geçti.
Marilyn Monroe yaşamı
boyunca psikolojik sorunlarla savaştı. Bu savaşın yanı sıra bir sürü film yaptı
ve ikonik bir yıldız haline geldi. Bütün bunları 36 yıllık yaşamına sığdıran bu
çekici kadın aslında bir savaşçıydı. Bu savaşa kendisi mi son verdi yoksa
söylentilerdeki gibi Kenndey’ler ile bağı yüzünden mi bu savaşa son verildi
bilinmez ama o çok zeki ve başarılı bir
kadındı.
Yorumlar
Yorum Gönder